Siyasetsizleşen siyaset
Türkiye`de siyaset, özellikle son yıllarda kavram kargaşasına girmiş durumda. Eskilerin sağ-sol keskin söylemiyle şimdilerin söylemi arasındaki farkı fark etmek için siyasi partilerin çizdiği yola bakmak yeterli...
Kişisel ve gündelik siyasetin yürütüldüğü bu söylemin ise popülizmle eşdeğer olduğu gerçeği yadsınamaz boyutta. Denge mekanizmaları zayıflarken, geldiğimiz nokta da geleneksel sağ ve (sosyalist olmayan) sol işlevini hem söylemiyle hem de yaptığı politikalarla yitirdi. Spesifik olarak da incelendiğinde sağ ve sol argümanların değiştiğini, uygulamalara bakarak da görmek mümkün.
Akışkan ve gündelik siyasetin hız kazandığı günümüzde, siyasetin bel kemiğinden kopması, en sağ dediğimiz partilerden duyduğumuz sol söylemler, popülarite kazanmak için çıkar siyaseti yapılması, sol söylemin ayağını sokaktan çekmesi, sağın sokağa girmesi... Tüm bunlara bakarak Türkiye`de siyaset neye göre yapılıyor sorusunun yanıtını aramaya çalıştık...
Globalleşen dünyada mı böyle yoksa Türkiye`de siyasetsizleşen bir siyaset mi var? Bu bir uzlaşı mı yoksa siyasetin bel kemiği yok mu? Sorularımızı farklı üniversitelerin siyaset bilimcilerine sorduk:
"Artık ulusal ve uluslararası siyaset arasındaki ayrım çizgileri giderek silikleşiyor; bir iç içe geçme durumu var." diyen Yüksel Taşkın, "Partilerimiz, sosyal sınıflara tam yaslanmadıkları için programları ve ideolojileri açısından bulanıktırlar" diyen Doğu Ergil ve "Ortak uzlaşı alanı daralıp, yok oldukça siyaset zemininiz yok olur" diyen Nuray Mert`le konuştuk...
Hazırlayan: GÜLŞEN İŞERİ
Son dönemde Baykal veya üst düzey bir CHP"liden, "Alevilerin cemevleri ibadethane olarak tanınmalı" türünden bir çıkış gördünüz mü? Yani, CHP tam bir felç halinde ve bence yakın zamanda Alevilerin ciddi desteğini de yitirecek. Çünkü CHP, bugün tüm stratejisini siyasetsizlik üzerine kurmuş durumda. İçinde vizyonu olan bir muhalefet bile kalmadı, tırpanlaya tırpanlaya!
YÜKSEL TAŞKIN
(Marmara Üniversitesi- Siyaset Bilimi)
Yaratıcılıktan yoksunlar
»Türkiye`nin son yıllardaki geldiği noktaya baktığımızda, siyasetin zayıfladığına yönelik bazı argümanlarla karşılaşıyoruz, alternatif üretilemiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, zaman zaman reformcu kimliğe bürünen bir iktidarı soldan eleştirememenin, alternatif üretememenin anormalliğini yaşıyor. Türban gibi kültürel gerilimler üzerinden yürütülen bir siyasal mücadele, AKP gibi yapıların ömrünü uzatırken; Merkez Sol partilerin kendilerini yüzde 20"lik bir kesimin talepleriyle sınırlandırmaları ve bu kesimi kaybetmemek için, yine kültürel gerilimleri istismar etmeleri, aynı değirmene su taşıyor. Böylece, birisi Muhafazakâr İslamcı, diğeri Muhafazakâr Cumhuriyetçi iki kesimin kayıkçı kavgasında zaman zaman Milliyetçi Muhafazakârların, yani MHP"lilerin hamlelerine rastlıyoruz. Yani, üç tarz Muhafazakârlık, siyasal gündemi korkular üzerinden esir alıyor ve ben inanıyorum ki, hem MHP hem de CHP, aslında bu durumdan memnunlar. Birincisi; psikolojik bir yenilmişlik hissiyatı nedeniyle, AKP"yi durdurabileceklerine inanmıyorlar. İkincisi de iktidar sorumluluğunu paylaşmadan, yine merkezi siyasetin aktörleri arasında yer alabiliyorlar. Daha mesafeli bakmaya çalışırsak, uzlaşılan şey aslında Muhafazakâr Erkek iktidarıdır ve çok küçük nüanslardır söz konusu olan. Bu nedenle abartılı bir kişiselleştirme, kişileri hedef alma üzerinden türetilen siyasal gerginlik, bizim anladığımız manada siyaset değil. Soğuk Savaş döneminde Erbakan, Demirel üzerinden kişiselleştirilen siyasette bir mizah boyutu da vardı. Şimdi, Baykal"ın, Erdoğan"ın, Onur Öymen"ın, Bahçeli"nin mizahını bile yapamıyoruz. O kadar yaratıcılıktan yoksunlar ki...
» Söylemlerin birbirine karıştığı günümüzde siyaset yapmak, siyaseti doğru yapma algısından neden uzaklaşıyor?
İlginç olan yukarıda saydığımız partiler arasında tek ciddi siyaset yapanın AKP olması. Elbette ben bu siyasetin ana parametrelerini hiç beğenmiyorum. Ama en son Alevilerle ilgili açılıma dikkat edelim. Bu bence çok muhafazakâr ve asimilasyoncu bir hamle, ama ortada bir hamle var. Benzer bir hamleyi, ANAP veya DYP"de hiç görmemiştik mesela. AKP"nin Kürt sorununda da İslam kardeşliği ve geçici iktisadi rüşvet paketleri üzerine bina edilmiş bir "siyaseti" var...Ya diğerlerinin?
Mesela CHP"nin Alevilerin temel talepleri konusunda bir tavrı var mı? Varsa, bunu kamuoyuyla neden paylaşmıyor veya paylaşamıyor? Son dönemde Baykal veya üst düzey bir CHP"liden, "Alevilerin Cemevleri ibadethane olarak tanınmalı" türünden bir çıkış gördünüz mü? Yani, CHP tam bir felç halinde ve bence yakın zamanda Alevilerin ciddi desteğini de yitirecek. Son dönemde elinde kalan yüzde yirmi de hızla eriyecek, böyle giderse. Çok da iyi olacak. Çünkü CHP, bugün tüm stratejisini siyasetsizlik üzerine kurmuş durumda. İçinde vizyonu olan bir muhalefet bile kalmadı, tırpanlaya tırpanlaya!
»Ulusal ve uluslararası siyasetin çizgileri silikleşti... Küreselleşmenin bir sonucu diyebilir miyiz?
Bu ülkede küreselleşme, Cumhuriyet"in çözemediği, ötelediği sorunları temsil eden aktörlerin yeni imkânlarla can getirmesini ve yeniden sistemin karşısına dikilmelerini kolaylaştırdı. Artık ulusal ve uluslararası siyaset arasındaki ayrım çizgileri giderek silikleşiyor; bir iç içe geçme durumu var. Mesela, Avrupa"da sadece siyasal İslamcılar güçlü değil. Kürt Hareketi, hatta Alevi Rönesansı diye bahsedilen gelişmeler, hep ülke dışındaki küreselleşme dimamiklerini kullanıp; ülkenin siyasal gündemini etkilemeye çalışıyor. Alevi kimliği veya Kürt kimliği mi yadsınıyor; al bir çanak anten, hayali cemaatinin peşine düş... Aslında bildik siyasal aktörler, bu dinamizme yanıt getirebilecek siyasetler üretemiyorlar. Onları bir yokoluş korkusu sardığı için, her dem "iztemezük" naraları atıyorlar. Ama bence onlar tarih olacaklar. Ben bu kasosun daha demokratik bir Türkiye"nin imkânlarını da barındırdığını düşünüyorum.
»Siyasetin belkemiğinin kalmadığı bugünlerde nasıl bir hareketle canlanacağına inanıyorsunuz? Yoksa bu durumla yaşamaya alışmalı mıyız?
Bence yukarıda saydığım nedenlerin yanında, siyasetin en dinamik olabilecek aktörlerinin bir türlü kendi toplumsal hareketleri üzerinden merkezi ve yerel siyasete nüfuz edememesi de çok önemli. Bu ülke siyasetini dönüştürme potansiyeli en yüksek hareket, bence Kadın Hareketidir. Çünkü, yukarıda saydığımız üç tarz Muhafazakârlık iktidarlarını en çok kadınları belli rollere, alanlara sıkıştırarak sürdürebiliyor. Ev kadını ve ev kızı yapılmak istenen hemcinslerini ve başka pek çok sorunu sokaktan ve kararlıca sahiplenen bir Kadın Hareketi, siyasetin pas tutmuş pek çok tarafını silkeleyecektir. Ben hem İran hem de Türkiye"de çok ciddi bir Kadın Hareketi potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Kadınların kendilerine ait meseleleri, kendi karar verdikleri dönemlerde siyasal gündeme taşımaları, çok şeyi değiştirebilir. Yanlış anlaşılmasın; gençlik ve sosyal sınıfların inşa etmeye çalıştıkları muhalefeti azımsadığım yok. Ama Türkiye tarihselliğine özgü nedenlerle; kadınların tüm bu muhalif hareketler içerisinde etkinleşebilmeleri ve bunlardan kimi yerde özerk kendi Kadın Hareketlerini de kotarabilmeleri durumunda, siyasetin gerçek anlamını kazanabileceğine inanıyorum.
Aslında Türkiye siyaseti çok dinamik açılımlara gebe. Ama artık siyasette sağ-sol ayırımının anlamını yitirdiği türünden masallara kimseler kanmamalı. AKP, Sağ"ın yeniden ve küreselleşmeyle uyumlu biçimde inşası hamlesidir. Toplumda artık bu neoliberal uzmanlık safsatalarına, "ekonominin gereği" masallarına inanmayanlar artıyor. Çünkü son 27 yılın mağdurları niceliksel olarak birikti de birikti. Onları güçsüzlük, tek başınalık hissiyatından kurtaracak olan da toplumsal hareketlerden beslenen sahici bir siyaset olabilir. Bence hiç de azımsanamayacak bir kesim, birinin cebinden eksilenle, diğerlerinin zenginleştiğini ve bu ülkedeki "siyasetin" de bunun temel aracı olduğunu kavramış durumda. Bir de televizyon ekranlarında aradıkları sanal avuntuyu, yeniden sokaklarda, "gerçek hayatta" arama cesaretini gösterebilseler; gösterebilsek...
* * *
PROF. DOĞU ERGİL
(Ankara Üniversitesi-
SBF Sosyal Psikoloji uzmanı)
Çaresizlik tabii ki Siyasetsizlikten
Biat eden, sığınan, kurtarıcı bekleyen insanlar siyasetin öznesi olamazlar, olamıyorlar.
Bu bağlamda, halk deyişiyle "at izi kurt izine"; sol da sağa karışıyor; zihinler de siyaset de bulanıklaşıyor. Bulanıklık ve belirsizlik insanlarda endişe yaratıyor ve toplum psikolojisine "öcüler" hâkim oluyor....
»Türkiye her geçen gün siyasetten uzaklaşıyor, daha doğrusu siyasetin belkemiği kalmadı artık... Buradan bakacak olursak Türkiye`nin siyasetten uzaklaşmasını neye bağlayabiliriz?
Siyaset, kamu alanının ortak irade ile belirlenen ilkeler, kurallar ve yöntemlerle yönetilmesi ve denetlenmesi olgusudur. Bu anlamda Türkiye"de siyasetten çok idare vardır. İdare, başkaları üzerinde yaptırım gücünü şu veya bu yollar ve araçlarla ele geçirmiş bir zümrenin, çoğunluğu dilediği gibi ve dilediği yöntemlerle, hesap vermeden yönetmesi olgusudur. Bu durumda yönetenler, yönetilenlerden tabi ve türdeş(homojen) olmalarını ve verileni verildiği kadar ve biçimde kabul etmelerini bekler. Farklı talepler veya resmen benimsenen soy, dil,din ve kültürden farklılık sergiledikleri zaman ulusal güvenlik gerekçesiyle bastırılırlar ve "görünmez" kılınırlar. Teorik olarak bir uzlaşma ve müzakere alanı olması gereken siyaset, bir çatışma sürekli gerilim alanı olur. Doğru teşhisler ve çözümler üretilmesi fevkalade zorlaşır. Türkiye"deki durum budur. Buna bir de azgelişmişlik ve yaşam kalitesinin düşüklüğü eklenince, yarınlara ilişkin belirsizlik duygusu ve istikrarsızlık beklentisi, siyaseti uzlaşma, çözüm ve uyum ekseninden çıkarıp, korkular ve umutlarla yönlendirilen sahte bir yatağa yönlendiriyor.
»Siyasi partiler artık tavır koyamıyor, en sağ dediğimiz partilerden sol söylemler duyar olduk, sol dediğimiz partilerden de aksi bir tavır görebiliyoruz, neye göre siyaset yapılıyor artık?
Siyaset sınıfsal temelde oluşur ve somutlaşır. Zümrelerin (aydınlar, askerler, bürokrasi vb.) gücü olabilir ama bunlar göreli, konjonktürel ve sınırlıdır. Türkiye"de sınıflar hâlâ billurlaşmamıştır. Sanayileşme kısmi ve sınırlı olunca ne ağırlığı olan bir burjuvazi ne de güçlü bir işçi sınıfı gelişmiştir. Dolayısıyla orta sınıf da yeterince serpilememiş ve ana omurgası, devlet görevlilerinden olmaya devam etmiştir. Köylülükten kentlerin marjinal sosyal tabakalarına "yatay geçiş" yapan kitleler, kalıcı, ideolojisi ve hukuku belirgin, toplumsal programları görece somut, ama her şeyden çok BAĞIMSIZ, siyasal örgütlenmelere ve siyasal akımlara ebelik yapamamıştır.
Onun yerine, ya devletin kanatları altına ya da geleneksel geçmişlerinden şehir hayatının anonimliğine taşıdıkları, (dinsel niteliği ağır basan) cemaatlere sığınmışlardır. Ne devlet, ne de cemaatler onların özgürleşmesine ve bireyleşmesine olanak sağlamaktadır. Biat eden, sığınan, kurtarıcı bekleyen insanlar siyasetin öznesi olamazlar, olamıyorlar. Bu bağlamda, halk deyişiyle "at izi kurt izine"; sol da sağa karışıyor; zihinler de siyaset de bulanıklaşıyor. Bulanıklık ve belirsizlik insanlarda endişe yaratıyor ve toplum psikolojisine "öcüler" hakim oluyor: "Bizi parçalayacaklar; bütün dünya bizi mahvetmek için sıraya dizilmiş veya içerden ve dışardan düşmanlarla çevrilmişiz" hezeyanları ile akıl ve ruh tutulmasına uğruyoruz. Bu öğrenilmiş veya "imal edilmiş" çaresizlik, tabii ki siyasetsizlikten, yani "yapabilir olmak"tan uzak olmamızla ilişkili.
»Gündelik, akışkan siyaset sadece Türkiye`de mi yaşanıyor? Bu durumu Globalleşmeye bağlabilir miyiz?
Globalleşme ile de ilişkisi var ama tek neden bu değil. Globalleşme, küresel değişime ayak uydurmayı gerektirir. Bu sürecin dışında kalmak mümkün değil. O halde yapılması gereken, globalleşmeden nasıl yararlanırız, zararlarından en az ne kadar etkileniriz sorularına yanıt aramak ve buna uygun bir "değişim yönetimi" uygulamasına gitmektir. Bunu yapmayıp, küreselleşmeye bağnazca karşı çıkmak, ecelden kaçamamak gibi, insanı ve toplumu çaresizleştirir ve kaderci yapar.
Diğer yandan, Türkiye"de ülke gerçekleriyle uyumlu siyaset üretememenin bir de temel nedeni var: Ülkemizin tarihi, olduğu gibi değil, olması lazım geldiği gibi yazılmıştır. Yani "imal edilmiştir." Sosyolojisi ve kültürel zenginliği (soy, dil ve inanç kümelerinin çokluğu) ise inkâr edilmiş, Türk, Müslüman, Sünni, Hanefi, laik, modern görünümlü (modern olan değil, bu toplumsal bir olgudur), laik (en azından kamu alanındaki görünümüyle) ve devletinin tasarruflarını sorgulamayan bir ulusun, başından beri var olduğunu var sayılmıştır. Böylesine yapay veya gerçeküstü bir toplum tasavvuru her gün ülke ve dünya gerçekleriyle çarpışmakta ve bize "gerçek şokları" yaşatmaktadır. Siz buna akışkan siyaset diyebilirsiniz ama bu, "akmayan siyaset"tir aslında.
»Siyasetin de içinin boşaltıldığından söz etmek mümkün mü? Artık keskin bir siyasi söylemden söz etmek mümkün değil... Bugün partilerin söyleminde de görüyoruz, sokaktaki söylemde de... Bu durum Türkiye`yi nereye götürüyor?
Türkiye"de neden siyaset üretilmediğini, toplum yapısı ve siyasal kültür açısından açıklamaya çalıştım. Buna bir de Siyasal Partiler Kanunu"da yazdığı gibi, "siyasetin ana unsuru" olması gereken siyasal partiler penceresinden bakalım. Partilerimiz, sosyal sınıflara tam yaslanmadıkları için programları ve ideolojileri açısından bulanıktırlar. Bu nedenle, güçlü/örgütlü bir sivil toplum olmadığı için gücün kaynağı durumunda bulunan devlet eksenli söylem ve uygulamaların ötesine geçmezler. Devletin toplum üzerinde egemen olduğu bir sisteme "vesayet düzeni" diyoruz. Devletin vasi olduğu bir sistemde siyasal partiler, ilkokul sınıf mümessilinin ötesinde bir işlevsellik kazanamıyor; bu bir. İkincisi, partilerin her biri kendi içinde bir dükalık. Başkanları, küçük birer hükümdar yetkileriyle donatılmış. Elleriyle atadıkları delegelerce seçilen emme basma bir mekanizma sonucunda ne hesap veren, ne hesap sorulan, ne de kendisinden yaratıcı bir açılım beklenen kişiler. Zaten rekabetin olmadığı yerde ne önderlik, ne yenilik, ne de değişim olur. Bu nedenle partilerimiz, değişen dünyanın realiteleri karşısında çaresiz kalan topluma önderlik edeceklerine statükoyu sürdürme yarışında. Tek seçici olarak belirledikleri ve Meclis"e soktukları vekiller, milleti değil kendilerini temsil ettiklerinden, işler "böyle gelip, böyle gidiyor." Partinin ufku, yaşadığı kentin, en fazla ülkesinin sınırlarını aşamayan ufkuyla, başkanınınkiyle sınırlı kalıyor. Bu durumda, rekabet, açıklık ve yaratıcılık bizim taraflara uğramıyor. İsteyen de yok galiba.
NURAY MERT (İ.Ü. Siyaset Bilimi)
Siyasetin ekseni sağ-sol dediğimiz eksenden başka zemine kaydı
Siyaset asgari mutabakatlar temelinde mümkün olur. Ortak uzlaşı alanı daralıp, yok oldukça siyaset zemininiz yok olur. Türkiye"de gidişat bu yöndedir....
Siyaset asgari mutabakatlar temelinde mümkün olur. Demokratik siyaset, aşırı kutuplaşmış, gerilmiş ortamlarda işlemez hale gelir. Ortak uzlaşı alanı daralıp, yok oldukça siyaset zemininiz yok olur. Türkiye"de gidişat bu yöndedir. Ne laiklik, ne de Kürt meselesinde ortak zemin maalesef oluşamadı. Demokrasinin işlemesi için halklı olarak özgürlükleri vurguluyoruz, ancak olmazsa olmaz olan uzlaşı zeminine olan ihtiyacı es geçiyoruz. Oysa, demokratik siyasetin özgürlük kadar bu uzlaşı alanına da ihtiyacı vardır.
Bence sağ partilerden benim anladığım manada "sol" söylemler duymuyoruz. Diğer taraftan bence Türkiye"de sol partiler yok. CHP"yi kasdediyorsanız, CHP sosyal demokrasiden ziyade laiklik vurgusu yapan, kurucu ideolojiyi önceliyen bir merkez partisidir. Zaten siyaset de, daha ziyade kurucu ideolojinin iki fay hattı olan laiklik ve Kürt meselesi üzerinden yapılmakta. Bu durumun iki temel nedeni var, birincisi, aslında tüm dünyada siyasetin ekseni sağ-sol dediğimiz eksenden başka bir zemine kaydı. İkincisi, Türkiye kurucu ideolojisinin tartışma konusu olduğu bir döneme girdi, bu çok krizli bir durumdur. Böyle bir durumda, diğer konular doğal olarak gölgede kalır.
Evet, siyasetin içinin boşaldığından söz etmek mümkün. Bu tüm dünya için geçerli. Neoliberal ekonomik modelin tartışma dışı bir mutlak hâkimiyet kazandığı bir dönemde yaşıyoruz.
Her şeyden önce, ekonomik modelin tartışılma alanı dışında kalması, siyasetin alanını daraltıyor, eksenini kültürel alana kaydırıyor. Siyasetin içinin boşalmasının nedeni bu.