Paylaş
   
  Hepimiz turkuz
  teror sorunu
 
TÜRKİYEDE KÜRT -TERÖR SORUNU


Kürt sorunu ve gerekse PKK ile ilişkili “terör sorunu”na ilişkin “iklim” değişti.

Kasım 5 tarihindeki Tayyip Erdoğan-George W. Bush görüşmesinden sonra, gerek Kürt sorunu ve gerekse PKK ile ilişkili “terör sorunu”na ilişkin “iklim” değişti. Kuzey Irak’a geniş kapsamlı bir askeri harekât yapılmayacağı yani, kimilerinin yersiz biçimde beklediği cinsten Silahlı Kuvvetler’in Kuzey Irak’ta “savaşa girmesi” sonucunu getirecek bir gelişmenin gerçekleşmeyeceği belli oldu.

Hükümet ile Genelkurmay arasında “uyum sağlandığı” vurgulanıyor. Ve, hükümet, “krizi iyi yönettiği” yani, “Kuzey Irak’ta bir askeri maceraya atılmadığı” için övgü alıyor.

“Siyasi ve diplomatik girişimler”le (bunu ABD ve onun üzerinden Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi diye de okuyabilirsiniz) PKK’nın Kandil dağında sıkıştırıldığı, hareket imkânlarını büyük ölçüde yitirdiği öne sürülüyor.

PKK’ya yönelik hamleler, Türkiye’nin içinde DTP üzerinde de bir baskı oluşturulmasını beraberinde getirdi. Anayasa Mahkemesi’nde “kapatma davâsı” açılmasını her ne kadar gerek Cumhurbaşkanı, gerekse Başbakan girişime soğuk baksa da- bu çerçevede görebilmek mümkün.

Türkiye’nin “en hayatî sorunu”nda varılan noktayı ve buradan hareketle “varılacak adres”i görebilmek pek kolay değil. Her türlü “spekülasyon”a açık bir haldeyiz. Bir “kararsız denge” hali söz konusu.

*** *** ***

Tam bir hafta önce Londra’da Arapça yayınlanan El Hayat gazetesinin Kürt yorumcusu Sami Suruş, “Sırada Ankara-Erbil Diyalogu Var” başlıklı yazısında (yazının çevirisi dünkü Radikal’de yer aldı) bu “kararsız denge”yi saptamış. Şöyle diyor:

“ABD çözüme ulaşmak için olası her yardımı sunuyor. Fakat daha önemlisi, Türkiye ve Irak Kürdistanı'nın, çözümün ayrıntılarını belirlemek için ciddi adımlar atması. Bu çerçevede birinci adım, Erbil'le Ankara arasında güven inşa etmeyi amaçlayan doğrudan görüşmeler. Aslında Ankara, PKK'yı desteklediği ve örgüte sığınak sağladığı düşüncesinden hareketle Kürt Yönetimi'yle doğrudan diyaloga karşı. Ankara itirazında ısrar ederse, tarafların Bağdat kanalıyla diyalog başlatma konusunda anlaşmaları mümkün. Komşusu Irak Kürdistanı'nın temsil ettiği gerçeği göz ardı etmesinin mümkün olduğunu düşünen Ankara, dünyada siyasetinde son 20 yılda yaşanan değişikleri ele almalı. Ortadoğu'nun doğusundaki etkili durumlardan en önemlisi, büyük devletlerin göz ardı edemediği Kürt gerçeği. Türkiye bu gerçeği nasıl göz ardı edebilir ki?

Türkiye'nin Kürt gerçeğini kabul etmesiyle kast edilen, Ankara'yı kendi Kürt sorununu çözmeye değil, Irak'taki Kürtlerle barış içinde yaşamaya, onlarla işbirliği ve siyasi bağ kurmaya yöneltmek. Kendi Kürtlerinin sorunu Türkiye'nin iç meselesi ve Kuzey Irak yönetimi veya partilerinin meseleye müdahale etmesi mümkün değil. Tabii Ankara'nın barışçıl çözüm şartlarının düzenlenmesi için bu çevrelerden yardım istemesi durumu hariç.”

Annapolis toplantısı için Amerika’da bulunan Dışişleri Bakanı Ali Babacan , Türk gazetecilere yaptığı açıklamada, Ankara’nın henüz böyle bir “çözüm vizyonu”na sahip olmadığını ifade etti.

Babacan, “Kuzey’deki yönetimden gelen açıklamalarda dahi eskiye göre biraz ton farklılığı var. Ama maalesef ciddi bir problem; kuzeydeki yönetim, bizim onların samimiyeti konusunda güvenimizi artıracak herhangi bir eylemde bugün için bulunmuş değil. Daha önceki açıklamalarına bakarsak, terör örgütüne bir zımni destek, bir sempati çağrıştıran açıklamalar. Son iki üç haftadır açıklamalarda biraz farklılık görüyoruz ama eylem var mı, bizim güvenimizi kazanacak adımlar atıldı mı? Bunun cevabı hayır maalesef" diyerek, Türkiye’nin Kuzey Irak’a bir “yeni açılımı” noktasında bulunulmadığını yansıtıyor.

Dışişleri Bakanı, “Türkiye’nin, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani ve Barzani’yi davet edeceği” yönündeki haberlere işaret edilmesi üzerine ise, "İki ismi yan yana kullanmakta şöyle bir sıkıntı var. Talabani şu anda bizim tanıdığımız merkezi hükümetin cumhurbaşkanı. Oysa diğer isim, kuzeyde bizim tanımadığımız bir yönetimin, bir bölgenin önde gelen bir ismi. İkisini yan yana koyup davet etmeyi değerlendirmek zaten mümkün değil" diye konuşuyor.

Bir gazetecinin kendisine, "Türkiye’nin, kuzeydeki yönetimi tanımamasının Irak anayasasının da tanınmaması anlamına gelip gelmediğinin" sorması üzerine, "Uluslararası ilişkilerde tanımama tek taraflı bir karardır. Onların anayasasından bağımsız olarak" karşılığını veriyor.

Hükümet, “krizi iyi yönetmiş” olabilir ama “krizden çıkış” konusunda, Dışişleri Bakanı’nın sözlerini esas alırsak, belli ki, kafası karışık. Hem de çok karışık.

Mesele, Türkiye’nin “Kuzey’deki yönetimi tanıması” değil. Kuzey’de Türkiye’nin “tanıdığını ilân etmesi gereken” ya da “diplomatik ilişki kurması beklenen” bir yönetim söz konusu edilmiyor ki. Örneğin, Türkiye, Ermenistan’ı tanıyor ama diplomatik ilişkisi yok. Diplomatik ilişki varsa, bu illâ ona “güven duymanızı” da gerektirmez. 1999 yılına dek, PKK’yı ve liderini barındırır ve kullanırken, Türkiye’nin Suriye ile diplomatik ilişkisi yok muydu? Türkiye, Suriye’ye güveniyor muydu?

Buradaki mesele, Türkiye’nin 2003 sonrası Irak’ta meydana gelen “paradigma değişikliği”ni kabullenip kabullenmemesi. Yeni bir “Irak gerçeği” var. Türkiye’nin tanıdığını ve ilişkide bulunacağını ilân ettiği Bağdat’taki “merkezî yönetim”, esas olarak, “Şiî-Kürt ekseni”ne dayanıyor ve Irak’ın yapısı içeriği ne denli tartışmalı olursa olsun- “federal”. Irak’ın mevcut federal yapısına, federal özelliğini veren ise Kuzey’de bir Kürt yönetiminin bulunması.

Dolayısıyla, mesele, Türkiye’nin sınırının dibindeki unsurlarla “birlikte çalışma”ya karar vermesi meselesi. Onu yok sayarak, sadece Bağdat üzerinden Irak’a ve Türkiye’nin güvenliğine ilişkin çözebileceği bir sorunu yok.

Celâl Talabani’yi ise “bizim tanıdığımız merkezî hükümetin cumhurbaşkanı” olduğu için âdeta “mecburen” tanıyormuşuz gibi bir ruh haleti söz konusu. Yani, hükümet, sanki Irak’ta Kürtlerin etkili bir “siyasi aktör” olmasından hoşlanmıyor gibi.

Bu ruh hali ve bunun harekete geçireceği bir “yaklaşım”la, Kürt sorununun çözümü ve terörün etkisizleştirilmesi konusunda sonuç verici adımlar atılması da, tahmin edildiğinden çok güç olacak.

*** *** ***

Ali Babacan, bir de “Amerikan hakimiyetinde bir bölge söz konusu olduğu için, Türkiye’nin ‘birisiyle çalışacaksa bunun Amerika olacağını’” vurgulamış. Daha bir hafta önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, bizlere, Tiflis’te önemli mesajlar verdiği açıklamasının ardından, “Irak Kürtleri ile bir 'yeni sayfa' açmaya istekli bir üslupta konuştu ve Amerika’yı ima ederek 'Aramıza başkalarının girmesine gerek yok' ifadesini kullandı” diye yazmıştık.

Kuzey Irak’ta “olgu” yu Ali Babacan’ın yaptığı gibi yok saymaya devam mı edeceğiz, yoksa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaklaşımı mı geçerli olacak?

Anlatmak istediğimiz de bu zaten; bir hafta içinde aynı konuda Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı’nın ağzından yüzseksen derece ters yaklaşımlar ortaya konursa, bunun adı, Kürt sorunu ve terörle mücadele noktasında “kararsız denge” de bulunduğumuz gerçeğidir.

Sami Suruş yukarıda geniş bir bölümünü aktardığımız yazısını şöyle noktalamıştı:

“... Kürt yönetiminin kendi bakış açısını Ankara'daki siyasi ve askeri kurumlara aktarmak için ek çaba harcaması önemli. Kürt yönetiminin, Türkiye'nin ABD'deki siyasi dengelerde ve bölgedeki siyasi, ekonomik ve ticari şartlar açısından ehemmiyetini takdir etmesi de önemli. Sonuçta iki taraf, Amerikan çözümünün kalan yarısını tamamlamak ve Türk-Kürt ilişkilerini yeniden düzenlemeye hazırlık yapmak amacıyla doğrudan görüşmeye çağrılıyor. Bunun, Irak, ABD, Avrupa ülkeleri, Arap ve İslam dünyasının da yararına olacağı kesin. Herkesten, Ankara'yla Erbil arasındaki ilişkilerdeki patlamalara son noktanın konulmasına destek vermeleri isteniyor.”

“Kararsız denge” haline son verecek olan budur...
 
  Bugün 13 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol